Tembellik Benim de Hakkım.
Kitabımın adından da anlayabileceğiniz gibi bu hafta video yayımlayamadım. Nitekim video hazırlamak benim için amatör zevkten öte bir “iş” haline geldi zaman içerisinde. O yüzden her ne kadar bugün içerik hazırlayamasam da mesleğime dair naçizane deneyimlerimi paylaşmak istedim. (Eh sonuçta bu da bir içerik aslına bakarsanız.)
Ara sıra biri muhakkak “Nasıl geçiniyorsunuz?” diye soruyor, bu soruyu garip buluyorum. Çünkü “Sosyal medyadan beni takip eden biri her gün yaklaşık olarak 8–10 saat çalıştığımı görüyordur, demek ki yaptığım şeylerin bir iş olduğu tam olarak anlaşılmamış.” diye düşündüm geçenlerde. Aslında anlaşılıp anlaşılmamasının benim için bir önemi yok, insanların hakkımdaki fikirlerini umursama eşiğini çoktan geçtim. Youtuberlık sağolsun, bana en büyük katkısı bu oldu. Fakat beni takip eden gençler için ufuk açıcı olabileceği fikriyle şu meslek konusunu kendi perspektifimden anlatmak istiyorum. Nitekim ben lisanstayken böyle bir seçenek olduğunu dahi bilmiyordum. Özellikle sosyal ve iletişim bilimlerinde okuyan ne yapacağını bilemeyen kişilere ilham verebileceğini düşünüyorum.
İçerik üretmek yeni çağın yeni mesleği, buna şüphe yok. Hatta o kadar yeni bir meslek ki, vergi dairesine “Web Portalı Hizmetleri” kategorisinden kayıt oldum, benim yaptığım şeyi anlatan bir meslek kategorisi henüz tanımlanmamıştı. Sözde çağı Türkiye’ye kıyasla daha iyi yakalayan İngiltere vizesi başvurusunda da meslek grubumu bulamadım, hala maaş bordrosu soruyorlardı. Oysa “content creator” (içerik üretici) olmak günümüzde ciddi manada çok kanallı bir meslek haline geldi. Gelecekte çocukların “Büyünce içerik üretici olacağım.” dediklerine şahit olacağımızı düşünüyorum. Ünlü gazeteciler dahi çalıştıkları şirketlerden ayrılarak kendi içeriklerini üretebilecekleri platformlara geçiyorlar. Bunun tek nedeni Türkiye’deki basın özgürlüğü problemi değil, aynı zamanda medya ve eğitim pratiklerimizin derinden değişiyor olması. Bu harekete dair doğru gözlemler yapmak meslek seçiminizde etkili olmalı.
Youtube videoları, köşe yazıları, online atölyeler, haftalık bültenler, kürasyonlar, açık seminerler hep zihinsel aktivite ile yapılan “iş”ler benim için. Bir içerik alanı seçtikten sonra üretimlerinizi paylaşma kanallarınızı seçiyorsunuz; bu podcast de olabilir, Udemy’den paket sunmak da. Bu noktada paylaşma aracı belirleyici olmuyor, hangi platformda olursanız olun günün sonunda eğitim kategorisinde profesyonel olarak medya üretmiş oluyorsunuz.
Buradaki “profesyonel” kelimesinin ise çoğunlukla yanlış kullanıldığını düşünüyorum. Bir şeyi amatör ve profesyonel yapmak arasındaki fark, etimolojiden hareketle çıkarsanabilir; amatör kelimesi, Latince -amare, sevmek fiilinden geliyor. Yani, bir şeyi sadece sevdiğin için yapmak. Buna karşın profesyonel olarak yapmak ise çoğunlukla sanıldığının aksine, o işi iyi yaptığınızı söylemekten ziyade o işten gelir elde ettiğiniz anlamına geliyor.
Şu an için akademi benim amare’m, yani henüz mesleğim değil. Oysa felsefe, bilim, sanat üçgeninde şekillenen tematik yayınlar yapmak ise profesyonel olarak sürdürdüğüm mesleğim. Fakat benim tema üçgenimde yer alan bir sorunsalı, paylaşmak üzere içeriğe dönüştürmek tahmin edildiğinden daha fazla emek gerektiriyor. Böyle durumlarda en sevmediğiniz Youtuber’ın bile hem metin yazarı, hem sunucu, hem kurgucu, hem pazarlamacı, hem tasarımcı olduğunu dikkate alırsanız hakikaten görüntü değişiyor. Youtuber/Instagrammer/Podcaster’lar arasında en aptalca işler (?!) yapanının bile iş dünyası hakkında algısının çok açık olduğunu gözlemledim, herkes her şeyden biraz biliyor. Demedi demeyin, bir youtuber asla aç kalmaz! :) Bu yüzden markalar artık onlarca kişiden oluşan büyük ekiplerle çalışmak yerine tek bir kişiye giderek görece daha basit reklam anlaşmaları yapıyor. Bana bile reklam teklifi sunan markalara inanamazsınız. Fakat izleyicilerime saygı duyduğumdan oldukça seçiciyim. Ücreti ne olursa olsun “Eğitim, kültür, sanat, teknoloji sınırları dahilinde gerçekten kullandığım uygulamalar olmalı.” şeklinde bir sınırlamam var. Bu yüzden farkettiğiniz gibi iki seneyi aşkın süredir toplamda yaptığım iş birliği beşi geçmez, geçmesin de zaten.
Peki ben neden bu işi yapıyorum? Ana amacım bu şekilde kalıcı bir meslek oluşturmak değil. Ben akademinin özünde temsil ettiği değerlere inandığım için akademisyen olmak istiyorum. Fakat maalesef T.C., doktora öğrencilerine “Gençler siz araştırmanıza odaklanın biz finanse ederiz.” demiyor. Haliyle tüm doktora öğrencileri için geriye entelektüel emeği bir ücret karşılığında satmak kalıyor. Çevirmenlik, yazarlık, öğretmenlik en sık yapılanları. Benim için ise bu dijital platformlarda içerik üretmek. Kamera önünde fena olmadığımı, bu işten keyif aldığımı ve daha geniş ölçekte değer yaratabileceğimi düşünerek bu işi seçmiştim. Yine de iş tanımlarımız ve biçimleri değişse de işçi olmaklıklığımız ve yorgunluğumuz değişmedi.
Daha önce sahip olmadığım hastalıklar edindim, mesela bilgisayara bakmaktan göz kuruluğu ve ışık hassasiyeti, migren, 10 saate yakın masabaşında oturmanın sebep olduğu bel ve boyun ağrıları gibi. Kendi araştırmalarıma odaklanmak istediğim de oluyor. Sürekli bildiğin şeyleri anlatmak kendi gelişimini engelleme tehlikesi taşıyor. Bu yüzden “Avrupa’da güzel bir burs veren okulda doktora yapsaydım da kendi okumalarıma gömülseydim ne olurdu.” diyorum kimi zaman. Entelektüel emek — maddi değer karşılığı da zaten hayli düşük, malum. Özetle T.C.’de öğrenci olmak yoruyor, felsefeci olmak yoruyor, kadın olmak yoruyor, hatta insan olmak yoruyor doğrudan. Abartmadığım konusunda hemfikiriz sanıyorum… Neyse dostlar, bu haftasonu kafa tatilimdeyim! :) Video yapamadım, nedeni de budur. Herkese içtenlikle iyi bir pazar diliyorum.