Güzel üzerine.
“Güzellik, bize insanlığın olup olmadığını öğretir. Böylece biz insanlığı biliriz.” demişti Schiller. Geçen cuma aylar sonra deniz kenarına gittim. Gün batımındaki şu görüntü içimde duyguların çağlamasına yol açtı. Çok insanca bir hayranlıktı.
Güzellik düşkünüyüm inkar edemem. Olduğum, baktığım, çalıştığım, yattığım her yerde güzeli görmek istiyorum. Ama eskiden güzeli arıyordum. Şimdi ise aradığım değil, farkettiğim bir şey oldu. Hayatımı güzeli düşünmeye adayabilirim!
Bu yalnızca hedonist amaçlarla ilişkilendirilemez tabii. Örneğin Hannah Arendt, “sensus communis aestheticus” dan hareketle toplum içerisinde yaşama bilinci ve politik sorumluluğu temellendirmeye çalışır.
Sensus communis aestheticus, Kant’ın Yargı Yetisinin Eleştirisi adlı eserinde söz ettiği apriori bir ilkedir. Kant, güzel duygusunun paylaşmadıkça varolmayacağını, bu yüzden ıssız bir adada tek başına yaşayan insanda güzele herhangi bir eğilimin olmayacağını söyler. Güzel, başkalarının mevcudiyetini şart koşar. Çünkü bu duyguda paylaştığımız şey aslında bizzat kendi insanlığımızdır. Bu açıdan Arendt, Kant’ın sensus communis ilkesinden yola çıkarak güzelin bizi daha iyi olmaya zorlamanın demokratik bir yolu olduğunu düşünür.
Ders dönemi bitince romantizmi bir kenara bırakıp güzele dair nöroestetik çalışmaları okumaya can atıyorum. 18.yüzyılda Kant, “Güzelin bilimi olmaz!” demişti Baumgarten’a karşı çıkarak. Ama artık olabilir!
Bakalım nereye varacağım…
Beauty and the Brain:
https://www.thecrimson.com/article/2017/11/10/neuroaesthetics-cover/